24 Şubat 2012 Cuma

Yonca'nın çile yolculuğu


Uzunca bir süre sonra tekrar merhaba,
Kağıt günlüğümde de birkaç ay boyunca sık sık yazar, sonra 1-2 aylığına kaybolurdum. Sıkıldığım için sanırım. Burda da aynı şeyi yaptım, ne yapalım bende her şeyden çabuk sıkılan bir insanım.

Buraya yazmayalı hayatımda baya çok şey değişti aslında, gün geçtikçe anlatırım artık hepsini :)

4-5 gündür hastayım, organizmam tatil yapmak istedi kanımca. Ateş, boğaz, kulak, diş, göz, burnumdan okyanus akıtmak derken düştüm yine yataklara. Fena olmadı aslında tüm gün film izleyip, tüm ilgiyi kendime çekmeyi başardım canım hastalığım yüzünden.

Tabii bunun kötü tarafları da var. Birkaç gün önce doktorum bana 'Cuma günü yanıma uğramadan önce kan vermen gerekecek kanında ne olup bittiğini anlamam için' der demez ben orda yere düşüp ölüm tehlikesi yaşadım, çünkü kan vermek hele ki parmağımdan kan vermek benim için ayağıma prangalar bağlayıp zorla yürütülmek gibi bir şey, sürgüne gönderilmek yani kısaca.

Perşembe akşamım bu çile yolculuğuna hazırlanmakla geçti. Ellerimde tırnak kalmadı, yedim bitirdim hepsini, babamların beyinlerini yedim 'Vermek istemiyorum ben kanımı' diye. Gece de uyumadım tabii, sabah uyandığımda mezarından çıkıp, gezip tozan hayalet gibiydim.

Neyse cuma sabahı giyinip kuşandıktan sonra bıraktım kendimi hastane yollarına. Aşağı tükürsen sakalın, yukarı tükürsen bıyığın, illa vermem lazımdı kanımı o yüzden gözlerimi kapatıp, girdim doktor odasına, elimi uzattım ve çile yolculuğuna hazır olduğumu belirttim. Neyse devamını anlatıp güzelim midelerinizi bulandırmayayım, sadece şunları söyleyebilirim, doktorun üniforması kanımla kaplıydı ve odadan çıktığımda her anennin yeni doğmuş bebeğini kucağına ilk aldığı anki sevinci yaşadı.

(Moskova'da en ufak bir hastalık kaptığında direk gidip kan vermelisin. Türkiye'de böyle bir şey yok sanırım, bir yandan çok şanslısınız.)

Şimdi de sıcacık evine gelmiş, karnını bir güzel doyurmuş ve çile yolculuğunu unutmuş bir vaziyette koltuğumda oturmuş, dinleniyorum.




Görüşürüz!

24 Temmuz 2011 Pazar

Maraş

4 gün boyunca güzel bir tatil geçirdim akrabalarımın arasında. Neredeyse 4 yıl oldu Kahramanmaraş'a gitmeyeli. Geldiğimiz gün, halamı görür görmez tutmaz mı beni bir ağlama.. Hüngür hüngür ağlamaya başladım! Nasıl özlemişim akrabalarımı nasıl..
Eskiden olsa her yıl halamın yanına gelirdim, her yaz. Beni o büyüttü sayılır, biriciktir benim halam!

Ziyaretimizin 2. gününde babamın doğduğu köye gittik: Nurhak. 2011'de oraya bir ev yapacak babam'la amcam, sözlerine göre. Her yaz oraya gelip kuzuların peşinde koşarım artık!



Bu da dilek ağacı. Ağacın dallarına kumaş parçaları bağlıyıp, dilek tutuyorlar. Dikkat ettim de son zamanlarda kumaş bağlayan olmamış - tüm kumaşlar kirlenmiş, eskimiş, fakar bir çok kumaş parçası asılı dallarda.

Eskiden bu oyuğun( vede kovuğun, doğrusunu bilmiyorum) içine para atarlardı, babam da kardeşiyle o paraları çıkarırdı. Babamın küçüklüğü aslında hep yaramazlık yaparak geçmiş ta ki babaanem tarafından terk edilinceye kadar, sonrası hep zor yaşam. Abisi tarafından terk edildi, diğer abisinin evinde eziyet çekti.. Okulu bitirdikten sonra da herkesten uzağa, Moskova'ya taşındı.
O, çok güçlü bir adam aslında ve bir o kadar şanslı.


Gideceğimiz gün Çınar Altı adlı lokantada yemek yedik. Aynı zamanda tek tek bir çok akrabamla fotoğraf çekindim.

Halam'ın eşi Yusuf amcam vede eniştem. Çok tatlı bir adamdır! Yanında onun kızı - Türkan ablam, yanında abisi İboş abim, yanında da Fadime yengem - amcamın eşi. Az yemedim onun ekmeğini küçükken.


İboş abinin eşi, Yağmur ablam.


İbrahim amcam, yanında biricik Ayşe halam.


Daha fotoğraf çekinmediğim 1001 samimi olduğum akrabam var, onlarla da birdakine çekinirim artık (:

Birde, Antalyaya, yanıma kuzenimi aldım. İbrahim amcamın kızı, Gönül'ü. Canım benim, ilk defa uçağa bindi. Bende onun sayesinde eskisi kadar çok sıkılmam Antalya'da.
Şu 4 günlük ziyaret bana çok iyi geldi. Hala nefes aldığımı tekrar anlamış oldum, o kadar çok sıkılmıştım işte Antalya'dan. Büyük bir ihtimal, 2 hafta'ya tekrar döneceğim oraya, memleketime.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Işıklar

Harika bir gün.. Harika bir ortam.. Harika bir gezi.
Gamzemle buluştum bugün. Yanında Buse adında kuzenini getirdi. Üçümüz çok eğlendik.

Boğucu öğle sıcağında zar zor Terra City'ye ulaşabildik. Yeni açılmış burası, güzel bir alışveriş merkezi.
Sonrada SheeMall'a geçtik. Şu waffle'ları birkez daha yeme hayaliyle yatıp kalkıyordum Moskovadayken. Sonunda kavuştum!


Daha sonra da Işıklar'da tur attık. İsmi gibi ışıl ışıl bir cadde burası, çok seviyorum.



Yolumuzun üstünde bir kitapçı vardı, ona uğradık birde. Uzun zamandır almak istediğim kitapları aldım! Pucca Küçük aptalın büyük dünyası, Bir genç kızın gizli defteri 6, Olasılıksız.


“Tek istediğim, battaniyenin altında film çekeceğim değil, film izleyeceğim bir adamdı.”


Sanal dünyanın merak edilen ünlüleri raflarda yerini alıyor. Dizüstü Edebiyat Dizisi başlıyor. İlk kitap çılgınlar gibi takip edilen, Türkiye'de en fazla izleyicisi olan kişisel blog'un yazarı Pucca. Herkes onu ve yazacağı kitabı merak ediyordu.


“Aynaya son kez baktım, ‘Kızım PuCCa, Allah kahretsin seni, çok harikasın lan sen!' dedim.”


Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı anlamı olabilir mi?
Siz hiç Loto'da büyük ikramiye kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar?
Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün paranızı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı?
Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parka baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mı, yoksa geleceği mi görüyorsunuz?
Eğer siz de kontrölün kimde olduğunu merak ediyorsanız, 'Olasılıksız' tam size göre bir roman.

Bunlarda arka kapak sözleri.

Kitapçıdan çıktığımızda konuştuk, kahkaha attık, eğlendik.
İşte böyle deli dolu, neşeli bir gündü!

Eğer bir aksilik çıkmazsa yarın bir hayalim gerçekleşecek. Devamı yarına, görüşmek üzere!

5 Temmuz 2011 Salı

Antalya'ya merhaba

Tatil başladı, Antalyadayım. 2 gündür Belekteyiz. Eskisi kadar özlememişim burayı. Sitede çok az sayıda insan var. Henüz arkadaş bile edinemedim.

Dün denize gittik, çok güzeldi. Bir güzel yüzdüm şamandıralara kadar.






İlk günden domatese dönüşmemek için güneş krem'imi sürdüm her şeyden önce. Tenim fazla beyaz olduğu için çocuk kremi kullanmak zorundayım :-)



 Uçaktan eve geldiğimde başta olmak üzere Eliz'in ten rengine dikkat ettim. Zenci gibi olmuş! Bende böyle yanmak isterdim, fakat imkansız gibi bir şey :-)




Akşam'da bir güzel karpuz yedik.






Evimizin önünde büyük bir havuz var. Akşam oturup burada kitap okuyup, güneş batımını izlemek çok zevkli! Çocuklardan, Mila'dan, babam'dan herkesten uzak. Birde sinekler olmasa..



1 Temmuz 2011 Cuma

Altın günler


Ve sonunda eski grubumuza kavuştuk! Ayça tatil'den döndü, Beyza Türkiye'den geldi. Eski, eğlenceli ve deli dolu günlerimize devam ediyoruz.
Gelelim kötü habere : Her şeyin belli bir süresi vardır. Deli dolu günlerimizin de. Bu hafta sonu Antalya'ya uçuyorum ve ne yazık ki Ayçayı uzun bir süre göremeyeceğim. 'Hiç' kelimesini kullanmak bile istemiyorum, çünkü birdaha karşılaşacağımıza yürekten inanıyorum.
Dilara, Beyza, Ayça, Funda, Musab, Roman ve ben.. Mükemmel 7"li! Onlarla geçen zamanlarımı hiç bir şeye değişmem. Ve şu son 1 haftam sözlerle anlatamayacağım kadar güzel geçti. Sabahtan akşama kadar dışarda keyif çatıyoruz!
Bu da 2 gün önce yaptığımız piknik'ten bir kaç kare, aynı zamanda Burger King keyfi

Aysucuk



Salı günü anneannemle dedemin yanına uğradım. Annem'de oradaydı. Hep beraber çilek reçeli yaptık! Bol vitaminli bir kış geçireceğim bu yıl!



21 Haziran 2011 Salı

Yağmurlu bir gün

Eve gitmeye hazırlanırken birden telefon çaldı. Arayan annemdi. Beraber yurtdışı pasaportumu almaya gitmeye karar verdik. Bazı sebeplerden dolayı türk pasaportumu kullanamayacağım bu yaz.

Alamadık tabii, rus pasaport'um yanımda olmadığı için vermediler, ne fark edecekse artık zaten pasaport çıkmış ver elimize kurtul ama yok işte.

Neyse, oradan da annemle kuaför'e geçtik. Geçen pazartesi saçlarımı bir kuaför çok kötü kesmişti, saçlarımı toptan mahvetti kaltak karı. 'Artık kaybedecek bir şeyim yok, saçlarım mahvolmuş mahvolacağı kadar' diyip girdim güzellik salonuna. Saçlarımı biraz daha kestirmek zorunda kaldım ama şimdi düzgün bir şekilde kat kat kesilmiş saçlarım var. Kuaför'den çıktığımız zaman moralim kötüydü, uzun saçlarımı özledim diye trip atıp duruyordum anneme. O'nun da moralini bozdum triplerimle.. Ki akşam'a doğru aynaya tekrar baktığımda saçlarım çok güzel oldu diye sevinçten zıplamaya başlamıştım.

Düzelirim diye aldı beni kıyafet mağazasına getirdi. Etek, üst, birde beyaz up-uzun bir elbise aldım, annem de kendine elbise aldı. Çıktığımızda baya düzelmişti moralim, e tabii alışveriş yapmayı kim sevmez! Canım annem!

Oradan da dedeme geçtik. Çay içtik, anneme yaptığım kek'i ikram ettim, çok beğendi. Ha, birde annemin Bella adında bir köpeği var, ufak ve tatlı bir şey. Bugün gittiğimiz yerlere hep onu da götürdük. Uslu bir şekilde durdu yanımızda, sevimli şey.

Anne annemin gjel koleksiyonundan (Rusların geleneksel seramik sanatı)



Bahçedeki ağaçları çekecektim ki ilginç bir fotoğraf oldu. Ağaçlar ne güzel gözüküyor değil mi? :)) Sonra da bu fotoğrafı texture olarak yukarıdaki fotoğraflara uyguladım.

Dedem

Eve misafir geldiğinde hep kaçarım. Bu sefer dedeme kaçtım. Çok özlemişim bir tanemi.

Dedem ilginç bir insandır. İçine kapanık, sinirli, sessiz bir kişiliği vardır. Hani kitaplarda genelde dedeler torunlarına hep hayat hikayelerini anlatır, torunlarına ders verirler ya, benim dedem öyle biri değildir. Hayatı hakkında neredeyse hiç bir şey bilmem. Annesiyle kavgalı, erkek kardeşiyle araları limoni. Dedem için hayatta ki en önemli şey televizyon'u, sigara ve biradır,
Ama her zaman değil. Alkol aldığı zaman dünya'nın en mutlu kişisi olur. Anne annemle şarkılar söylemeye, dans etmeye başlar. Bazen içkiyi çok kaçırır, geçenlerde anne anneme tokat attığı olmuştu.

Araba kullanmayı çok sever, gezmeyi sever. 

Dedemle dış görünüşlerimiz çok benzer, ailede sadece benim ve dedemin göz renklerimiz mavi ve saçlarımız sarı (zamanla kahverengine yakın bir renge dönüştü gerçi benim saçlarım). Çok seviyorum dedemi..

Bunlar da dedemle anne annemin evinden birkaç fotoğraf, aynı zamanda anılar..

2009 yılında annem, anne annem ve ben St.Petersburg'a gitmiştik. Harika bir geziydi. Arabayla gitmiştik. Araba'yla uzun yolculuğa çıkmayı çok mu çok severim, fakat bu yolculukları çok zor geçiririm: hep midem bulanır. Moskovaya dönüşümüzde yolda çok rahatsızlanmıştım, annemde bana bu ayıcığı almıştı. O zamanlar benim boyumdan daha büyüktü valla. Birde o zamanlar yumuşak oyuncak koleksiyonum vardı, göklere uçmuştum mutluluktan.
Anne annem çiçekleri çok sever. Buda en sevdiği çiçeklerden;para ağacı. Bu ağacı süslemeyi çok sever. Bkz: portakal asmış, portakalların yanında muz var birde ama kadroya sığmamış.




Birde evde sıkılmayayım diye yanıma Eroinle Dans kitabımı aldım. İkinci kez okuyacağım. Sürükleyici, mükemmel bir kitap, her gencin okuması gereken. Keşke buralarda türk kitapları satılan bir yer olsa, ah!